31 Ağustos 2010 Salı

Cahil anne baba zulmeder, zalim olmasa bile..!

Zulüm acı çektirmektir. Zalim, acı çektiren kişiye denmez mi? Kimin kime acı çektirdiği önemli değil. Siz birisine haksız bir muamelede bulunuyorsanız, hak etmediği acıları çektiriyorsanız bu tanımın içine girersiniz. Anne de olsanız, baba da.
İki yıl önce bir konferansımdan sonra duyarlı bir anne yanıma geldi. Anlattıklarıma katkı sağlayacağını düşündüğü notlarını bana verdi. Notlarını inceledim. Çok güzel bilgiler derlemişti. Notları okurken bir cümle çok dikkatimi çekti. "Zalim bir anne babanın evladına çektirdiği acı ile, cahil bir anne babanın evladını çektirdiği sıkıntılar arasında fark yoktur.
Bu cümleyi okuyunca hemen yanına not düştüm;
Evet! Cehalet zulümdür." 


           Çocuğu başka çocuklarla kıyaslamak zulümdür.
Evde, misafirlerinizin yanında, çocuğunuzu başkalarıyla kıyaslarsanız ona zulmetmiş olursunuz. "Helal olsun senin çocuğuna. Şunun gözlerine bak. MaşAllah. Takdir almış yine. Benim ki de akşama kadar oyun peşinde. Karnesinde yine zayıfları var. Adam olmayacak benim aptal oğlan!" dediğiniz anda çocuğunuzla iletişim köprülerini yıkmaya başlarsınız.
Hiç düşündünüz mü bir gün oğlunuz gelse ve size "Baba! Senin yaptığın babalıkta babalık mı ki? Benim arkadaşımın bir babası var. Ben babalık diye buna derim dese ne hissedersiniz? "Nankör evlat" damgasını çocuğunuzun alnına yapıştırırsınız."
Ya da kızınız size gelse ve, "Anne senin yaptığında annelik mi ki? Benim arkadaşımın bir annesi var. Ben annelik diye buna derim" dese ne hissedersiniz? Emzirdiğiniz sütten başlar, annelik hakkından çıkarsınız.
Kıyaslanma duygusu insanı inciten, acı çektiren bir duygudur.
Acı çektirmek zulmetmek değil midir?



Yüzüne vurmak zulümdür
"Yemedim yedirdim, içmedim içirdim. Senin için dershane taksitlerini ödedim. Sana şu kadar masraf yaptım, şunu aldım, bunu aldım..." diye başlayan cümleleri sürekli kurmakta zulümdür. Yaptığınız iyilikleri çocuklarınızın yüzüne vurmayın.
Eşiniz size aldığı hediyelerin her gün lafını yapsa ne yaparsınız? Size iyilik yapan bir arkadaşınız her gün bu iyiliğini sizin yüzünüze vursa ne hissedersiniz? 



         Karnesi kadar sevmek (başarılı-başarısız ayrımı yapmak) zulümdür
Karnedeki zayıflar, evlat sevgisinin derecesi azaltan faktörler olmamalı. Teşekkür ve takdir belgeleri de sevgiyi arttıran etkenler arasında olamaz. Evladınızın "varlığı" sevilmeyi hak ediyor. Başarılı olması için elinizden geleni elbette yapmalısınız. Ancak her çocuk okul derslerinde başarılı olacak diye bir kural yok. Her çocuğun takdirlerle dolu bir karnesi olmak zorunda da değil. Takdir alan evladınızla zayıf getiren evladınıza zulmederseniz, hem kardeşler arasında sevgi bağlarını hem de evladınızla aranızdaki iletişim köprülerini yıkarsınız.
İnsanı "karnesi kadar sevmek" zulümdür. 



Sevgisiz bırakmak, saçlarını okşamamak, ellerinden tutmamak zulümdür
İnsanlara acı çektirmek için onları aç ve susuz bırakarak onlara işkence yaparlar. Sadece fiziki ihtiyaçlardan mahrum kalmak insana acı çektirmez. Sevgisiz kalmakta insana acı çektirir. Çünkü insan emekle büyür, ekmekle doyar, sevgiyle yaşar. İnsan her yaşta sevildiğini bilmek ve duymak ister. Özellikle çocuklar buna daha çok ihtiyaç duyar.
Çocukları sevgi sözcüğünden mahrum bırakmakta zulümdür. 


Adam yerine koymamak zulümdür
"Sen küçüksün! Sen anlamazsın! Daha yaşın kaç?" gibi ifadelerle sürekli ezilen çocuklar sosyal cesaretten mahrum "pısırık" olurlar. Bir insana fikrini sormak, onu adam yerine koymaktır. Özellikle ergenlik dönemi yıllarında anne babası tarafından adam yerine konulmayan gençler, kendilerini adam yerine koyan çevrelerle daha fazla vakit geçirmeye başlıyorlar. Sözünün dinlenmediği ortamlarda (anne baba yanı da olsa) mümkün mertebe az zaman geçirmeye çalışıp, kendini hemen arkadaş çevresinin yanına atan gençler "söz" paylaşmak isterler. 


         İyi yönlerini görmemek sürekli eleştirmek zulümdür
Kusursuz ve mükemmel insan yoktur. İnsan artıları ve eksileri, güçlü - güçsüz yanları olan bir canlıdır. Dikenlerin gülü, güllerin dikeni gibi... Evladınızın hep eksik taraflarını görür, onu sürekli eleştirir, her fırsatta hatalarını yüzüne vurursanız ona zulmetmiş olursunuz. Eşiniz, patronunuz, arkadaşlarınız sizi sürekli eleştirse, hep eksik yönlerinizi yüzünüze vursa ne hissedersiniz? 


Kız,erkek ayırımı yapmak zulümdür
İnsan cinsiyetini, ırkını, milliyetini seçme özgürlüğüne sahip değildir. Kimin erkek kimin dişi yaratılacağına Allah karar verir. Yaratıcının kararına saygısızlık yapmaktır cinsiyet ayırımı yapmak. Alemlere rahmet olarak yaratılan Hz. Peygamberimizin nesli, hayatta kalan tek kızından devam etmedi mi? Bunu bile bile kız çocuklarını hor görmek, erkek çocuklarını üstün tutmak hangi aklın ürünüdür?
Kız çocuklarına cinsiyeti yüzünden zulmedenler, erkek çocuklarının zulmüne uğrar. 
Allah (c.c) "takva" üstünlüğüne bakarken siz "cinsiyet" ayrımı yaparsanız zulmetmiş olursunuz.
Sağlıklı ve hayırlı bir evladınız olduğu için şükretmezseniz kendinize de acı çektirirsiniz. Zalim en büyük zulmü kendisine yapar...


                       Zulmetmek için zalim olmaya gerek yok!

Zulmedenle zulme uğrayan kişiler, anne-baba-evlat bile olsa, zulmün sebebi cehalettir.

Öyleyse, cehalet zulümdür...

 





                                                                                                  Sait Çamlıca

                                                                                                Eğitimci - Yazar 



 ''Alıntıdır''

Balık Adamın Ürperten Sonu

          Bir balık adam suyun derinliklerinde çalışmalar yapıyor. Bu adam, Yirmi dakika sonra, bir saatlik yolda nasıl ölebilir?


       Ayrıca, şimdi suyun içinde olan adama, ''Yirmi dakika sonra, bir saatlik uzak mesafede yanarak öleceksin'' diyen olsaydı, inanması mümkün olur muydu?
      Bilmece gibi birşey... Film gibi ölüm...
      Bakın olay nasıl oluyor:
    Malum, Balıkadamdan epey uzakta orman yanıyor. Hemen haber veriyorlar. Yangın söndürme Helikopteri geliyor.Suyu nereden alacak? Tabii ki denizden.Salıyolar hortomu Helikopter deposuna su dolduracaklar. Hortum balık adamı çekip Hlikopter deposuna götürüyor.Yangın olan ormanın üzerine boşaltıyor.
      bu arada bir amatör kamera da bu su boşaltım işlemini görüntülüyor. İnsana benzer birşeyin düştüğünü görüntülüyor kamera; ama net değil. olay yerine gidip araştırıyorlar ki, Bir balıkadam yanarak ölmüş.






                                                                                                         Emine ŞENLİKOĞLU
                                                                                                            ''Çağrı'' kitabından''

UNUTULMAZ Beş gol ve hikayesi

       Hatırlar mısınız? Yıllar önce bir futbol takımımız Avrupa'da bir ülkenin takımına beş gol atmıştı.
Bu beş gol yüzünden dünyanın her tarafında ki Türkiye'liler bayram yapmıştı.
Fakat o da ne! Avrupa bu beş golü kabul etmedi.
       Aman YaRabbi! O ne müthiş bir başkaldırmaydı!
Hayret verici... Takdirlere şayan... Sağcısı-solcusu, dinlisi-dinsizi birleştiler.
      Gazeteler bir afet... Ne yazdığını gözleri görmüyor bile... Büyük puntolarla başlık atılıyor:
     -Allah belanızı versin!
Bir başka gazete:
     -Sizin gibi köpek çocukları... Sizin gibi falan filanlar...
     Argo deyimler '' gırla'' gidiyordu.
Gazeteler bu müthiştepkiye devam ederken, devreye girdi mi iş adamları. Sakıp ağa, Vehbi Koç ve daha başkaları. Hemen ateş püskürdüler. Hatta bazı iş adamları:
    -Bu beş gölün kabul edilmemesi halinde Derhal batı bankalarında ki paraları çekeriz, sizin paranızın değeri düşer, bizimkiler yükselir, dediler.
    Meğer, İsviçre bankalarında bulunan paraların haddi hesabı yokmuş... Aklım şaştı kaldı bu işe. Müthiş tepkilerin sayesinde neler öğrendik.
     İşadamlarının tehdidi bitti mi? Hayır. Birde ilave oldu mu Cumhurbaşkanı ve Başbakan! Aman Allah'ım, gözlerime, kulaklarıma inanamıyorum. Başkanda ayaklandı... Oh ne güzel... Müthiş bir etylem birliği. Türkiye, Türkiye olalı böyle birlik görmemişti. Mesele bitti mi? Hayır. Devreye müthiş amigolar girdi, birkaçı kesin kararını açıkladı:
    -Bu beş gol kabul edilmezse kendimizi yakacağız.
Hayret... Beş gol için bu ülkede neler yapıldı.
  *Cesaret alabildiğine vardı.
  *Sahiplenme, vardı.
  *Birlik, vardı.
  *Fedakarlık, vardı. Hemde ölümüne fedakarlık...
Bu tehdit Avrupalı dostlarımızı korkuttu ve hemen cevab verdiler: ''Aman aman, yeter ki ayaklanmayın, beş golü kabul ediyoruz.''
   Bu olaydan sonra ''Kıyamet kopması'' durdu.
   Şiödi düşünüyorum, Bosna-Hersek için, Çeçenistan için, Azerbaycan için, Kıbrıs için, Irak için, (Filistin-Gazze için) Doğuda ki fakirler-evsizler için, Avrupada çile çeken kardeşlerimiz için, böyle bir eylem, böyle bir tehdit olsaydı, Avrupa böyle vurdumduymaz olur muydu? Neden bunca müslüman için bu tehditler yapılmadı?
Yapılmadı, çünkü Müslüğmanların beş gol kadar değeri yok. Ben başka cevab bulamadım.






                                                                             Emine ŞENLİKOĞLU
                                                                               ''Çağrı'' kitabından''






             Bende ek olarak:
Hadi herşeyi geçtik. Başkalarını görmezden geldik. Peki ya kendi ülkemizde, kendi problemimiz olan başörtüsü yasağına neden sessiz kalıyoruz. bu tepkilerin yarısı neden Allah'ın emri olan türbana karşı konan yasaklarda görünmüyor?
   Beş gol için bir ülkenin Cumhurbaşkanı bile ayaklanıyorsa, bunun sebebi milletinin bunu kabul etmeyeceğini bildiğindendir. Başörtüsü yasağını kabul ettirmeyeceğimizi, buna sessiz kalmayacağımızı bildirseydik, kimse bugün başın kapalı Üniversiteye giremezsin demeye cesaret edemezdi. Karşımızda Avrupa'yı titretiyoruz yeri gelince. Buna gücümüz yetiyorda, Kendi hürriyetimize konmaya çalışılan bir yasağa mı baş kaldırmaktan korkuyoruz?
Bu millet ne isterse yapar, bunu tarihe bakınca da görüyoruz, bugünde biliyoruz.
Ama kim uğraşacak, kim sıcak yatağınıdan kalkacak demi...
Boşver saçı açık okuması daha kolay, hem bu bizim işimize de geliyor nasıl olsa!
                  Öyle mi düşünüyorsunuz yoksa ?

Dilden Dile, Kalbten Kalbe ''SENİ SEVİYORUM''

Türkçe................................ SENİ SEVİYORUM

İngilizce............................... I LOVE YOU

Almanca............................. İCH LİEBE DİCH

Fransızca............................ JET'AİME

İspanyolca.......................... TE GUİERO

İtalyanca............................. TİAMO

Bengali.............................. AAMİ TOMAKE BHALOP HASHİİ

Bosna................................ VOLİM TE CANTONESE

İndia.................................. CHİHOLLOLİ

Hırdavatça........................ JA TEBE VOLİME

Danimarka dili.................. JEG ELSKER DİG

Felemenk......................... IK HOU VAN JOU

Hollanda.......................... IKZİE U GRAAG

Belçika............................. IK ZEEN A TOCH ZİAGEİRE

Eskimo............................ AKOOLOOK

Estonya........................... MA ARMASTEN SİND

Fince............................... MİNA RAKASTEN SİNVA

İrlanda............................. TA GRA AGAM ORT

İskoçya........................... THA GRADH AGAM ORT

Arapça............................ UHUBBİK (Bayana)
                                     UHUBBEK (Erkeğe)

Güzel huylar

Adalet güzeldir Fakat,
                                       İdarecilerde olursa daha güzeldir.
 

Cömertlik güzeldir Fakat,
                                           Zenginlerde olursa daha güzeldir.


Dinde titiz olmak güzeldir Fakat,
                                                  Alim'ler de olursa daha güzeldir.


Sabır güzeldir Fakat,
                                         Fakirlerde olursa daha güzeldir.


Tövbe güzeldir Fakat,
                                        Gençlerde olursa daha güzeldir.


Haya güzeldir Fakat,
                                       Kadınlarda olursa daha güzeldir.



                Hadis-i Şerif

ADALETSİZ DÜNYA

       Bir hırsız birgün hırsızlık için girdiği evden kaçarken pencerenin çerçevesine takılıp düşer ve ayağı kırılır. Gidip çerçeveyi ters taktığı için ev sahibini kadıya şikayet eder. Kadı ev sahibini çağırtırır ve çerçeveyi neden ters taktığını sorar. Ev sahibi:
       -Benim bir suçum yok, bütün suç marangozcunun der. Çerçeveyi o ters takmış.
Kadı Marangozcuyu çağırtır ve aynı soruyu ona sorar. Marangozcu:
      -Benim bir suçum yok, bütün suç benim yanımdan geçen çok süslü bayanın. Gözlerim ona takılınca çerçeveyi ters takmışım.Ne gerek var o kadar süslenmeye.
Kadı bu sefer süslü bayanı çağırtırır ve niye bu kadar süslendin diye sorar;
      -Benim suçum değil bu, Bütün suç berbercinin. Ben saçımı yap dedim o beni böyle süsledi der.
Kadı berberciyi çağırtıp idam ettirir. Berberciyi idam tahtasına çıkartırlar. Ancak boyu uzun olduğu için ayakları yere değer. Böylece karşı ülkenin berbercisini idam ederler.
   Şimdi siz söyleyin, bu bir adaletsizlik değil de nedir?   :)

YAA RESULALLAH

                                       Ağlama Ey Allah'ın Resulü.
Cenab-ı Hakkın daha hiçbirşeyi yaratmazdan evvel onu kendi nurundan yarattı ve ondan kendi sıfatlarını seyretti.
Bütün kainat onun nurundan yaratıldı ve onun nuruyla nurlara gark oldu.
Cenab-ı Hakkın eğer sen olamasaydın habibim bu alemleri yaratmazdım dediği, alemlerin sultanı, kainatın efendisi ve Rabbim tek sevgilisi.
      Onun nurunu bizim gibi aciz insanlar anlatamaz. Onu anlatmaz söz yetmez ki. Ama O, böyle olduğu halde bile  dünyaya teşrif etti, yaşadı. Ümmeti için yaşadı. En kötü zamanlarında, en zor anlarında bile tek söylediği Ümmeti, Ümmeti, Ümmetiydi.


Ama ümmeti, Peygamberim beni bu kadar düşünmüş, Nice zahmetlere katlanmış deyipte bir sünnetini bile yapmıyor, yapmıyor Ya Resulallah, YA RESULALLAH...


     Ancak nerede senin bir sünnetin varsa, onu kaldırmaya, onu yalanlamaya, aşşağlayıp, eleştirmeye bakıyorlar.
Sen bizim için gecelere, sabahlara kadar secdelere kapanıp ümmeti, ümmeti diye ağlarken, biz senin için bir damla yaş bile akıtamıyoruz. Ağlayamıyoruz YA RESULALLAH...


     Yanında sana deli gibi aşık, senin sevginle mecnun olmuş, senin bir sözünden bile çıkmayan sahabilerin varken bile, Sen; ''ben kardeşlerimi özledim'' dedin. Ve o zamanlarda bile bize hasrettin.
Ama biz özleyemiyoruz, sana hasret duymuyoruz. Senin aşkınla yanıp mecnun olmuyoruz. Öyle bir hale geldik ki, artık batının, modanın, televizyonun ve dünyanın aşkıyla yanıyoruz YA RESULALLAH...


     Sen ki kızını bıraktın, oğlunu bıraktın, herşeyini feda ettin. Tek dileğin ümmetindi. Görsen bizim bu İslam'dan uzak halimizi,bakar mısın o şeytani üzerimize? Söyle, bakar mısın YA RESULALLAH...


     Rabbim şeraflendirdi bizleri en hayırlı ümmet olmakla. Ama nerde, nerde kıymetini bilmek YA RESULALLAH...




     Bizim senin sünnetini diriltip, yüceltmemiz gerekirken, basit ve boş işlrele vaktimizi geçiriyoruz.
Ey Allah'ın Resulü, biz nasıl ümmetiz? Nasıl kıyamet günü huzuruna geliriz, ne yüzle şefaat dileriz senden.
Ümmetin ne hale geldi bir bilsen.
Ayşe'lerin moda diye yok oldu, Ömer'lerin batı diye mahfoldu.. Bu yoldan dönenler hepten bozuldu.
Biz ağlanacak halimize gülerken, sen ise bu vefasız ümmet için ağladın Ya Resulallah.
Secdelere kapanıp gözyaşı döktün. Senin ümmetin televizyon başında, Senin ümmetin zevki sefa, dünya malı peşinde. Hepsi Ahiret'i ve hesabı unutmuş, ölmeyecekmiş gibi, ölmeyecekmiş gibi dünya geçirme peşinde YA RESULALLAH...


      Hepimiz senin hakkını unutmuş, dünya sevdası içindeyiz Ya Resulallah.
Merhametlilerin en merhametlisi Rabbim bile istemiyor üzülmeni, ağlamanı.
Ağlama ey Allah'ın Resulü.


     Rabbim, yeter habibim yeter, tamam artık, ne istersen kabul ettim, al ümmetini Cehennem'den azad ettim derken bile, Senin ümmetin seni hakkıyla sevmeyip,  gafilleri ve hayatlarını seçerken, sünnetine uymayıp, şeytana uyup, kendi nefislerine tabi olurken, Sen ağlama. Ne olur ey Allah 'ın Resulü, sen ağlama.
Değmez, değmez bize YA RESULALLAH...


    Kainatın efendisi, Rabbimizin tek sevgilisi, Alemlerin Sultanı. Değmez, değmez bu seni sevmeyen, sevemeyen, çok günahkar ümmete değmez.
                                YA RESULALLAH AĞLAMA....

Haziran'da kar istemek

                         Annesi çok enterasan bir hadise anlattı:
     Özürlü çocuğunun bu dünyada en çok istediği şey top oynamakmış.Fakat mahalle çocukları onu oyuna bir türlü almıyorlarmış.Garibim saha kenarına oturuyor, içini çekerek onları seyrediyormuş.Bıkmadan usanmadan ''Bende oynasam'' diyor, ama her seferinde tersleniyormuş.Birgün bütün cesaretini toplayıp takım kaptanına sormuş;
  -Bir kere olsun sizinle top oynayamaz mıyım?
Kaptan, çocuğa alaylı alaylı sırıtarak demiş ki;
  -Evet oynarsın ama şansın varsa.
  -Ne şansı?
  -Bak... Eğer kar yağarsa ve bir arkadaşımız hasta olur gelemezse, onun yerine seni alırız, tamam mı?
Çocuk bu küçücük işarete bir sevinmiş bir sevinmiş ki sormayın. Bir ümitle koşarak eve gelmiş.
  -Anne kar ne zaman yağar?
  -Kışın yağar oğlum.
  -Yarın yağsa?
  -Yavrum Haziran'da karın yağdığı nerde görülmüş.
  -Peki karı kim yağdırıyor?
  -Elbette Allahu Teala.
  -Ben ondan istesem?
  -Sen karı ne yapacan?
  -Eğer kar yağarsa arkadaşlarım beni oyuna alacaklar.
  -Öyle mi? Ah yavrum benim!...
Çocuk odasına çekilmiş, öyle içten ama öyle içten dua etmiş ki...   Ve ne olmuş biliyor musunuz?
  Kar yağmış kar. Herkes şaşırmış ama kaptan işin farkındaymış. Ogünden sonra onu hep takımına almış.


                                                                                                         Ahmet Sırrı ARVAS
                                                                                                   ''Herkesin Bir Hikayesi Var''

Mevlana' dan

Gönül çalamazsan aşkın sazını,
Ne perdeye dokun, ne teli incit.
Eğer çekemezsen gülün nazını,
Ne dikene dokun, ne gülü incit.


Bülbülü dinle ki gelesin coşa,
Karganın nağmesi gider mi hoşa,
Meyvesiz ağacı sallama boşa,
Ne yaprağı dök, ne dalı incit.


Bekle dost kapısını sadık kul isen,
Sevda sahrasında mecnun değilsen,
Ne Leyla'yı çağır, ne çölü incit.
Gönüller tamir et ehl-i dil isen.


Rızaya razı ol Hakka kailsen,
Ara bul mürşidi müşkülde isen,
Hakikat yolunda yolcu değilsen,
Ne yolcu eğle, ne yolu incit.


Gel haktan ayrılma Hakkı seversen,
Nefsini ıslah et er oğlu ersen,
Hüdai incinir inciten dersen,
Ne kimseden incin, Ne eli incit.

BeN;

                                        HAYATIMDAN GİDENLER,

                      Bir daha geri gelmeyi hayal bile etmeyin...!

                                                 HAYATIMA GİRENLER,

                           Gitmeyi düşünürseniz, hiç beklemeyin...!

                                   KALIP TANIMAKSA AMACINIZ;

                Başkalarından değil, beni benden öğrenin..

                                                        BEN;

 Aradıklarıma sahib, Sahib olduklarımaysa Tutkunum...

Yüreğini yokla Ey Dost!

Dur dostum, dur ve bak etrafına...
Ne görüyorsun?
Orada, karlar üzerinde yırtık pabuçlarıyla okula giden çocuklar var. Önlüksüz, deftersiz, kitapsız...
Orada dağ yollarında doğuran anneler var...
Orada annesinin memesinden süt yerine kan emen bebeler var...
Orada, gözleri hep bir iş umudunda sönen, evine her akşam ekmeksiz dönen, yüreği utanç mengenesine sıkışmış babalar var...
Orada çocuklarını avutmak için tenceresinde aş yerine taş kaynatan anneler var.
Orada kapısını soğuk rüzgarlardan başka kimsenin çalmadığı, açmadığı garipler var...
Yaşlılar, dullar, yetimler, yatalak hastalar var.
Doktorsuz, ilaçsız, mezar sessizliğindeki evlerinde kuşatılmış bir nice insan var orada...
Çöplüklerde ekmek arayanlar var...
Dur ve bak etrafına...
Isınamayanlar, aylarca et görmeyenler, bir lokma ekmek için çamurlara bulananlar var orada...
Gör onları...
Önce gör!
Görmezsen mes'ulsün çünkü...
Bir beldede açlıktan ölse bir kişi, tüm şehrin insanları sorumlu tutulur onun ölümünden... diyor
Allah'ın Rasulü...
Gör, çünkü "komşusu açken tok sabahlayan bizden değildir" diyor.
Gör ve ağla, Ömer bin Abdülaziz gibi:
"Ümmet içindeki açların, fakirlerin, hasta olup ilaç bulamayanların, sırtına giyecek elbisesi olmayanların derdine düşen, Ömer bin Abdülaziz.
Boynu bükük yetimlerin, yalnızlığa terkedilmiş dul kadınların, hakkını arayamayan mazlumların, küfür ve gurbet diyarlarındki Müslüman esirlerin acısını yüreğinde duyan,
Kendisini, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışmaya takati olmayan muhtaç yaşlılardan, aile efradı kalabalık olan fakir aile reislerinden sorumlu hisseden...
Ömer bin Abdülaziz gibi ağla ve sor:
"Ya yarın hesap gününde Rabbim bunlar için beni sorguya çekerse, Rasululllah bunlar için bana serzenişte bulunursa ben nasıl cevap vereceğim."
Çünkü sorulacaksın!
Gör ve ulaş Fatih gibi kuytu sokaklarına şehrin...
Yıkılmış hanümanları bul, mahcub gönüllere var, vakıf vakıf tutuştur sönmüş ocakları...
Bezmi Alem, Gülnuş Sultan ol, kanat ger, fukara hastacıklara, sebil ol, susuzluktan dudağı çatlamışlara...
Gör onları, çünkü "Beni kalbi kırıkların yanında ara" diyor Rabbin!
Rabbine bir yakınlık bulmak için gör!
Gör ve paylaş!
Paylaşacak neyin varsa...
Mal, mülk toplayıp, üstüne oturanları kınıyor Yaratan...
"Yazıklar olsun" diyor toplayıp toplayıp sayanlara...
Karunlaşanlara yazıklar olsun!
Malını mülkünü putlaştıranlara!
Karunlaşanlar yerin dibine geçiyor Kur'anımıza göre...
Elini sıkıp yalayanlara yazıklar olsun!
Yetimi itip kakanlara...
Muhtaçlara hor bakanlara...
Yazıklar olsun!
Unutma:
Bir melek iner her gün göklerden
Dua eder paylaşanlar için... "İhsan et Rabbim, yenisini ihsan et" diye...
Ve bir melek yönelir Rezzak-ı Aleme, "telef et nesi varsa cimrilik edenin, telef et!" diye seslenir.
Kefenin cebi yok unutma...
Paylaş!
Hiç olmazsa tebessümünü paylaş!
Bir tebessüm bırak geride. Yüreklerde...
Cömertliğinden iz kalsın!
Sevinç taşı insanların yüreğine, ümid taşı!
Ekmeğini paylaş...
Sofranı paylaş!
Rızkı veren pay ayırmış sofrandan.
Mahrum için, yetim için, esir için, yolda kalanlar için, borçlu olanlar için, can pazarına çıkanlar için...
"Hepiniz fakirsiniz" diyor Yaratan...
Her şey bir varmış, bir yokmuş O'nun nazarında...
Yunus gibi bakarsan şayet
Mal da yalan mülk de yalan
Gel biraz da sen oyalan...
Sadece fakirler değil...
Herkes fakir... Sen, ben, o
Yaratan'ı unutmazsan!
Yaratan'a bak, kendine bak!
Bir kader tablosundan başka nedir yaşadığın?
Hayat imtihanında iki insan;
Ya sen muhtaç olsaydın, ve muhtaç sen olsaydı!
Paylaş ki yüreğin büyüsün.
Fakirliğe düşeceğim diye korkmadan paylaş.
Paylaş ki Rabbin "sevilenler" kervanına katılasın!
Ver!
Ver çünkü,
"Ver" diye sesleniyor Yaratan...
"Ver" diye sesleniyor Kur'an...
Ver çünkü, "Ver" dedi sana her şeyi veren... Nefes alıp vermeyi, görmeyi, tutmayı, tebessüm etmeyi... Canını, malını... şu nur yüzle bebeleri... şu bağ bahçeleri... şu saray yavrusu evleri, apartmanları, gökleri, yeri...
Kapat gözlerini, ne kadar fakirsin, gör!
Bir göz alabilir misin zenginliğinle, ya bir kalb, ya bir akıl, ya bir hafıza...
Nasıl bulursun eşinin ismini, nasıl tanırsın çocuğunun yüzünü, hafızan silinirse?
Ver çünkü "
Allah bu dünyaya zayıfların duası sebebi ile yardım eder"diyor Rahmet Peygamberi...
Ver ve güzel ver!
Çünkü
"Sadakaları
Allah alır" diyor Kelam-ı Kadim!
Sadakaları
Allah alıyor, sakın unutma!
Yaratan'a vermek nasıl olursa öyle ver...
Edeble ver. Şükranla ver. Gözlerinin içi gülerek ver. Yüreklere sevinç taşıyarak ver.
Hakk'ın rahmet nazarına ma'kes olarak ver.
Sağ elin verdiğini sol elin duymayacak kadar...
Sadaka taşlarının o eşsiz nezaketi içinde...
Yağmur gibi ver, güneş gibi ver, toprak gibi ver...
Kibirsiz ol verirken..
Başa kakmadan ver!
Mihnet yüklemeden!
Aşağılamadan, hor görmeden ver!
Kendini onun yerine koyarak ver... Duygularını paylaşarak ver!
Allah'ın lütfunu paylaşan iki kul gibi ver.
Malının içinde saklanmış hakkı iade eder gibi...
Arınma duygusuyla ver!
Paran arınsın, buğdayın arınsın, malın mülkün arınsın, yüreğin arınsın!
Bir Müslümanın yufka yüreği ile kuşatırcasına ver!
Şefkatle, sevgiyle, çağlayanlar gibi ver!
Bir mü'minin edebi içinde ver!
Rabbin buyruğuna bütün kalbinle katılırcasına ver.
Yarım hurma ile olsun ateşten korunurcasına ver.
Sevdiklerinden ver.
Severek ver!
İyiliklerle, güzelliklerle, Rabbin rahmeti ile buluşma niyetiyle, yüz aydınlığı için ver, gönlünde sevinç pırıltıları ile buluşmak için ver...
Kazalara belalara zırh olsun diye ver.
Kurtlanmış fasulyeyi verme, çürümüş domatesi, kokmuş eti, atılacak elbiseyi verme...
Seni iğrendirecek olanı verme...
Yarın senin sofrana konulacak olanı, üzerine giyeceğin şeyleri ver...
Verdiklerin ahiret azığın olsun...
Cennet sofrana konsun.
Erteleme ver!
"Erteleyenler helak oldu" diyor Kutlu Önder'in...
Yarın verecek zamanın olmayabilir...
Bak nasıl da göçüp gidiyor ansızın kafileler...
Dağlar gibi malı mülkü bırakarak...
"Kısa bir süre ver Rabbim" diyeceğin anlar gelecek, "sadaka verecek kadar, iyiler defterine geçecek kadar bir süre ver..."
Oysa ecelde pazarlık yok.
Dar zamana bırakma hesabı, kitabı...
Derle, toparla, denkleştir ve gönder göndereceklerini...
Bak etrafına bir...
Gör...
Görmemekten sorumlusun.
Ver
Vermemekten sorumlusun...

Altına ve gümüşe kul olanlar helak oldu...
Unutma!


Ahmet Taşgetiren-Altınoluk Dergisi

30 Ağustos 2010 Pazartesi

İNSAN VE MEVSİM

Bir zamanlar 4 Oğlu olan bir adam varmış. Çocuklarının çok erken karar vermemeleri ve önyargili olmamalari icin onlari bu konuda eğitmek istemiş. Böylece her birini uzak bir yerde duran Ağacın yanına gidip ona bakmalarnı istemiş.

İlk oğlan Kışın gitmiş, İkincisi İlkbahar, üçüncüsü yazın ve sonuncusu sonbaharda. Geri döndöklerinde hepsini bir araya çağırmış ve ne gördüklerini sormuş.

İlk Oğlan Ağacın çok çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söyledi.

İkinci oğlan Hayır yeiillikle doluydu ve canlıydı dedi.

Üçüncü oğlan başka fikirdeydi. Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki daha önce hiç böyle bir şey görmemişti.

Sonuncu Oğlan hepsinin haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat dolu oldugunu belirtti.

Yaşlı Adam Oğullarına hepsinin haklı oldugunu söyledi. Çünkü hepsi farklı mevsimlerde ağacı görmeye gitmişti. Onlara bir Ağacı veya bir İnsanı kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını anlatmaya çalıştı. Ya da neye sahip olup olmadıkların...

Gerçekleri ancak sonunda 4 mevsimi gördükten sonra görürsünüz .

Eğer kışın vazgeçersen, İlkbaharın nimetinden olursun, Yazın Güzelliğinden ve Sonbaharın bütünlüğünden de...



Bir mevsimin acısının, diğer güzel mevsimleri parçalamasına izin vermeyin.

Hayatınızı bir mevsim (bir dönem) yüzünden yargılamayın....

İNSAN, YAĞMUR GİBİ OLMALI



Kendini saklamamalı senden.
Kabuğu, boyası, foyası, kılıfı, kabı, kapağı,
Ne güzeldir ki, biz eskilerde yağmura “rahmet” derdik.


Yağmur yağarken rahmet yağıyor derdi dedelerimiz.
Diyeceğim o ki, yağmur rahmetin cisimleşmiş hali gibidir;
rahmet heykeli gibidir her damla…
Bir düşün, rahmetin heykelini yapmaya kalksaydık
nasıl bir şey yapardık…
Öyle bronzdan yahut taştan olmamalı o heykel;
çünkü bronz da taş da meydan okur gibi durur insana..
“Hadi oradan!” dercesine tepeden bakar sana..
Yanaştırmaz kendine..


Ama rahmet öyle değil..
İçindedir o; içinin de içinde..
Sırılsıklam sarmış seni…
Kanında, terinde, gözünde, yüzünde…
Yağmura bir bak;
kıpır kıpır, şıpıl şıpıl yanında yörende..
Gönlünce şekiller alır her damla..
Rahmet de işte öyle sokulgandır;
sessizce süzülür teninden içeri,
adeta parmak uçlarına basarak girer
yüreğinin odacıklarına..


Sonra, rahmetin heykeli öylece hareketsiz
duruyor da olmamalı.
Hiç kıpırtısız duran bir şey küskün gibidir;
vurdumduymazdır, seninle ilgilenmez,
umurunda değil gibisindir.
Ama rahmet öyle değildir…
Rahmet sana doğru koşar;
sen gelince kıpırdar, yakınlığını önemser.
Üstelik sen dursan da o sana akar,
eline yüzüne sarılır, seni okşar…
Bak; yağmur öyle değil mi…
Rahmet de öyledir işte,
gözüne yaş olacak kadar sırdaş,
kanında dolaşacak kadar kıvrak, hamarat..


Hem sonra, rahmetin heykeli şeffaf olmalı…
Ardını göstermeli sana..

kapısı, duvarı, kozası olmamalı..
İçyüzü de dışyüzü de bir olmalı..
Kimseye sırtını dönmemeli.
Olduğu gibi görünmeli, göründüğü gibi olmalı..
Rahmet de öyle işte..
İnce ve içten davranır sana.
Gizli saklısı yoktur.
Aranızdan su sızmaz….
Kabı yok ve senin için her kaba girmeye razı…
Rengi yok ama her rengi giyinmeye razı.
Tadı yok ama senin için her tada sızmaya razı..
Şekli yok ama her şekle girmeye razı..


Rahmetin heykelini öyle şehir meydanlarına
dikmek de doğru olmaz…
O zaman ayrıcalıklı görünür rahmet.
Erişilmezmiş gibi, şefkatsizmiş gibi durur.
O “heykel” her köşeden görünmeli,
her sokağa girmeli,
isteyen herkesin penceresinin önüne gelmeli..
Öyle değil mi ya yağmur Rahmet de öyle işte.
Hiç beklemediğin anda geliverir başına..
Başına gelenlerin en güzelidir..
Herkesi eşitçe kucaklar, kimseyi kimseden ayırmaz.
Fakiri de ıslatır, zengini de..
Yetimi de öksüzü de sevindirir.
Her sokağa taşar, her çatıya iner…


Sonra rahmetin heykeli eskimemeli ve dahi bıktırmamalı.
Öyle kendi kaidesi üzerinde hep aynı yönde,
aynı yükseklikten, aynı eda ile gösteriyor olmamalı yüzünü. Rahmetin heykeli, her daim taze olmalı,
her gün yeniden, yeni baştan akmalı,
yeni heyecanlarla kıvranmalı,
yeni yüzlerle bakmalı, yüzlere yenice bakmalı,
gözlere tazece dokunmalı.
Yağmur da böyledir işte..
Hep yenidir; yeni baştan yağar.
Her yağmur ilk defa yağıyordur;tekrarı yoktur.
Her damla ilk kez toprağa değer.
Hep ilk heyecanla gül yüzlere iner.
Her dem taze bir şevkle gül yüzlerine dokunur.


İnsan yağmur gibi olmalı bence,
herkesi ıslatabilmeli..
Rahmeti kuşanıp herkese her şeye merhamet etmeli..
İnsan sözünü yağmur gibi yumuşakça indirmeli kulaklara;
kırıp dökmemeli, damla damla söylemeli,
ince ince sevmeli…
Şefkatli olup kimseyi küçümsememeli,
hor görmemeli, kimsenin dalını kırmamalı..


İnsan yağmur gibi, bir görünmeli bir saklanmalı…
Öyle ince olmalı ki, ihtiyaç duyan onu dizi dibinde bulmalı,
ihtiyaç bittiğinde hiç şikayetsiz ortalıktan kaybolmalı..


Yağmur göklerden yere serinliktir;
Yağmur yukarıdan aşağıya minnetsiz iniştir.
Yağmura “rahmet” diyenlere yağmur damlaları
sayısınca rahmet okumalı..

Dr. Senai DEMİRCİ

Sabret yüreğim

Yıllardır susuyorsun
İçine atıyorsun
Boş yere üzülüyorsun
Biraz daha sabret yüreğim

Sabret biraz metanetli ol
Allahın merhameti rızkı bol
Hak yolu en doğru yol
Biraz daha sabret yüreğim

İmtihandasın her an unutma
Şeytana uyup da haktan sapma
Ellerini aç yalvar yaradan’ a
Biraz daha sabret yüreğim

Belki zamanı gelmemiştir
Belki
Allah hayırlısını verecektir
Çektiklerin seni refaha yükseltecektir
Biraz daha sabret yüreğim

Yüreğinden at gamı kederi
Olanlar hep takdiri ilahi
Çalış çabala tevekkül et her demli
Biraz daha sabret yüreğim

isyan sana yakışmaz
Müslüman olan zaten isyankar olmaz
Yüce
Allahın adaletinden hiç şaşmaz
Biraz daha sabret yüreğim.

Yusuf Olmaksa Muradin Ya Da Züleyha



Korkmayacaksın ölümden.

Ölümün ayrılık değil kavuşmak olduğunu bileceksin.
Dünyaya kafa tutacaksın tek başına.
Yandaş yoldaş aramayacaksın.
Bir Allah ’ına bir kendine güveneceksin sadece.
Yol arkadaşın terk etse bile seni yarı yolda,aşkına sahip çıkacaksın sonuna
kadar.
Tek başıma taşıyamam demeyeceksin.
Ölünceye kadar taşıyacaksın şerefle.
Karşılık beklemeyeceksin.
Sevmek olacak tek amacın.
Sevilmemişsin ne fark eder.


Ayıplanmaktan korkmayacaksın.
Sevgini gurur madalyası olarak taşıyacaksın göğsünde, kim ne derse desin…
Sevgin için zindana atılmayı da attırmayı da göze alacaksın.
Karanlıklar sırdaşın, böcekler yoldaşın olacak.
Bileceksin sonunda ayrılık olduğunu.
İsyan etmeyeceksin, vuslat beklemeyeceksin.
Zaman ve mekan sizi ayıramayacak.
Nerede olursan ol, her daim sevdiğinin yanında olacaksın.
Üzüntüsüne üzülecek, sevincine sevineceksin.
Sanma ki beraber olmak için yan yana olmak lazım.
Gönüller beraberse mesafenin ne önemi var!..
Gönül gözüyle görecek, duyacaksın.
Gönül diliyle konuşacaksın.
Bilmez misin gönlü kainat bile kuşatamaz dar gelir.
Gönül dilinden anlamam konuşamam, dayanamam bu çileye karşılıksız hiçbir şey veremem diyorsan; talip olmayacaksın Yusufluğa.
Yusuf olmak için Yusuf gibi yürek gerek, gönül gerek, iman gerek.
Züleyha değilsen eğer peşine düşmeyeceksin Yusufların.
Kendi ayarında birini seveceksin ki mutlu olasın.
Her babayiğidin harcı değildir Yusufluk ve her kadının harcı değildir Yusuf yüreklileri taşıyabilmek, layık olabilmek, Züleyha olabilmek!..

Fahrettin Petriçli