Resim bu… Elbette ki bu kompozisyonu -ne niyetle yapılırsa yapılsın-kabullenmemiz mümkün değil! Sözde medeniyetlerin ittifakını böyle ucube bir heykel ile anlatmaya çalışmışlar: en altta İncil ile birlikte secde eden bir Müslüman, onun üzerinde kolunda Tevrat’la dua eden Hıristiyan, en üstte de Kur’an okuyan bir Yahudi…
Haberlere göre İspanya’da Arko Çağdaş Sanatlar Fuarında sergilenen bu heykelin adı da “Cennete Giden Merdiven!” Yani eğer ki cennete ulaşmak gibi bir inancınız var ise en alt basamağınız İslam’dır; cennete ulaşan da ancak Yahudiliktir; gibisinden bir mesaj verilmiş. Zaten şekil olarak bile çok kaba ve incitici olarak bu mesajı vermiyor mu?
Elbette herkesin insanî değerler ölçüsünde birbirleri ile saygı ve sevgi dairesi içerisinde yaşamasını isteriz ama biri bir diğerinin üzerine çıkmadan! Kimse kimseye üstünlük gösterisinde bulunmadan… Acaba Yahudilerin “üstün ırk” yanılsaması bu heykele etki etmiş midir?
Yenilerde basında haberi çıktı, belki okumuşsunuzdur; “Danimarka’daki karikatür krizi provokasyon amaçlı imiş!” Yani sadece Türkiye’mize özgü değil halkı kışkırtan Fadime Şahinler, Ali Kalkancılar… “Gizli eller” için dünyanın her yerinde istediği gibi oynatacağı kukla bulmak çok kolay görüyorsunuz.
Neredeyse evinin damı aksa bunu şimdiki siyasi iktidardan bileceklere de haliyle gün doğdu bu heykelin varlığıyla. Medeniyetler İttifakının Eşbaşkanı Tayyib Erdoğan’ı bu heykel vesilesi ile suçlamaya gün doğmuş oldu yani. İşin o boyutunu ben siyasî iktidara bırakıyorum. Umarım bu rezilliğe gereken tepkiyi gösterirler. Eğer göstermezlerse sessiz kalan herkes elbette bu durumdan payını alır.
Ama ben “dinimiz ne hallere sokuluyor, Tayyib neredesin” diyenlere birkaç bir şey söylemek istiyorum.
Kızacaklar, kusura bakacaklar olacaktır mutlaka ama bu resmin bizi bu kadar rahatsız etmesinin galiba bir yönü de kendimize ayna tutmuş olması. Hayatımızı bu resimdeki üç heykel gibi üçe bölmüşüz tabiri caizse.
En üstte iş hayatımız var; bir Yahudi gibi dünyaya sahib olma hırsımız hatta şehvetimiz var.Para nereden gelirse gelsin istiyoruz. Faiz, kumar, şans oyunları, rüşvet, hesaba para geçirme, yolsuzluk, el koyma, tapuda sahtecilik… Yok mu bunlar içimizde? Her özel çekilişte, her hafta maçlardan önce piyangocuların, sayısal loto totocuların önünde kuyruk olanlar kim peki? Bizler değil miyiz? Hatta Yahudi kadar bile işçinin hakkına, emeğine saygı duymuyoruz. Menfaatimize uygun gelen neyse orada emrolunduğumuz adaleti yırtıp atıyor, kul hakkının en içine giriyoruz. Devleti hortumlayanlar, bankaları batıranlar, göz göre göre rüşvet isteyenler bizim dinimiz İslam ile ne kadar bağdaşıyor peki!
Hayatımızın ikinci katına da sosyal hayatımızı, eğlence yaşantımızı koymuşuz. Bir Hıristiyan gibi hayatımızın sadece bir gününe, bir saatine de dini yerleştirmişiz geri kalan kısmını lâdini yani dinsiz yaşıyoruz: yılbaşı gecelerinin çılgınlıkları, sınırsız içkili eğlenceler, beş yıldızlı otellerde köpük partileri, zina, aldatma, sanal zevkler, cinsel sapkınlıklar…
Dindar olmaya çalışanımız bile uymuş bu tezgâha: Kimi lüks araba sevdasında, kimi sekreterini ikinci eş olarak görmeye çalışmakta, kimi daracık ve rengârenk elbiseler ile tesettüre girdiğini sanmakta… Sahi, tüm bunları yaptıktan sonra kendimizi nasıl hâlâ Müslüman olarak görebiliyor/sun/uz?
Hayatımızın en son katına attığımız İslam ile değil mi? Garnitür olarak, sofraya salata gibi bir yangın çıkışı koymuşuz hayatımızın en altına…
Ne zaman ki derde düşeriz, hasta olur ve ya çok istediğimiz bir şey için dua etmemiz gerekir, işte o zaman aklımıza niyeyse birden İslam oluşumuz, bir Allah’ımız olduğu geliverir.
Ya da hani cennete biraz rüşvet olsun babından Cuma’dan Cuma’ya, bayramdan bayrama, Ramazan’dan Ramazan’a da olsa birazcık ibadet yaparak yukarıdaki(!) ile aramızı çok da açmak istemeyiz.
(Estağfirullah demem icab eder çünkü Allah mekândan münezzehtir ve O’na bir mekân isnad etmek küfre kadar götürebilir Müslümanları. Lakin bu algıya da bir şekilde bir iğneleme gerekiyordu. Yoksa hâşa, Allah her yerde, her zaman ve her mekândadır.)
Böyle bir yaşantımız varken kime kaygısızca ve pişkince laf söyleriz, benim aklım almıyor. Son din Allah tarafından korunuyor, merak etmeyin. Ona bir şey olmaz, yıkılmaz. Doğru demişler, Güneş balçıkla sıvanmaz!
Bundan daha önemli olanı kişinin kendisini, kendi içinde yaşattığı imanı ve hayatında yaşatmak mecburiyetinde olduğu İslam’ı ve onun kurallarını nasıl koruduğudur.
Allah âşkına, davasız Müslüman olur mu ya! Ama var işte...
Dünyayı kendine "cennet" eylemiş Müslümanlarla dolu çevremiz.
Tamam, bu rezilliğe sessiz kalmamız düşünülemez.
İyi de bizim hayatımız bu heykelden farklı mıdır ki?
Önce “Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olalım!”
Önce içimizde sakladığımız, en alta attığımız o çekirdeği bir görünmez kalkan gibi dışımıza doğru genişletelim.
Sonra bize layık olanı bize verir zaten Mevla!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder