29 Eylül 2010 Çarşamba

TANIMA BENİ (Yücel ARZEN)

Bir gün gideceğim kıyametime
Bir kuru çiçekle gel mabedime
Dünyada bakmadın bir gün yüzüme
Ahrette görürsen tanıma beni

Ölsün bu yürek sana dayanamam ben
Git dilediğin yere bana bakma sen
Gün gelir beni sevmeyi düşünürsen
Kalbinde görürsen tanıma beni
Kalbinde görürsen tanıma beni

Ahrette görürsen tanıma beni
Kalbinde görürsen tanıma beni
Seni bulmak için yollara düşsem
Kapında görürsen tanıma beni

Rüzgarla bir olup her dem arasam
Günleri, aylara yıllara bağlasam
Zamanı gönlüme zorla mı dolasam
Gölgende görürsen tanıma beni

Ölsün bu yürek sana dayanamam ben
Git dilediğin yere bana bakma sen
Gün gelir beni sevmeyi düşünürsen
Kalbinde görürsen tanıma beni
Kalbinde görürsen tanıma beni

Ahrette görürsen tanıma beni
Kalbinde görürsen tanıma beni
Seni bulmak için yollara düşsem
Kapında görürsen tanıma beni

23 Eylül 2010 Perşembe

İÇİMİZDE Kİ ÇIKMAZA İNEN MERDİVEN


Resim bu… Elbette ki bu kompozisyonu -ne niyetle yapılırsa yapılsın-kabullenmemiz mümkün değil! Sözde medeniyetlerin ittifakını böyle ucube bir heykel ile anlatmaya çalışmışlar: en altta İncil ile birlikte secde eden bir Müslüman, onun üzerinde kolunda Tevrat’la dua eden Hıristiyan, en üstte de Kur’an okuyan bir Yahudi…
Haberlere göre İspanya’da Arko Çağdaş Sanatlar Fuarında sergilenen bu heykelin adı da “Cennete Giden Merdiven!” Yani eğer ki cennete ulaşmak gibi bir inancınız var ise en alt basamağınız İslam’dır; cennete ulaşan da ancak Yahudiliktir; gibisinden bir mesaj verilmiş. Zaten şekil olarak bile çok kaba ve incitici olarak bu mesajı vermiyor mu?
Elbette herkesin insanî değerler ölçüsünde birbirleri ile saygı ve sevgi dairesi içerisinde yaşamasını isteriz ama biri bir diğerinin üzerine çıkmadan! Kimse kimseye üstünlük gösterisinde bulunmadan… Acaba Yahudilerin “üstün ırk” yanılsaması bu heykele etki etmiş midir?
Yenilerde basında haberi çıktı, belki okumuşsunuzdur; “Danimarka’daki karikatür krizi provokasyon amaçlı imiş!” Yani sadece Türkiye’mize özgü değil halkı kışkırtan Fadime Şahinler, Ali Kalkancılar… “Gizli eller” için dünyanın her yerinde istediği gibi oynatacağı kukla bulmak çok kolay görüyorsunuz.
Neredeyse evinin damı aksa bunu şimdiki siyasi iktidardan bileceklere de haliyle gün doğdu bu heykelin varlığıyla. Medeniyetler İttifakının Eşbaşkanı Tayyib Erdoğan’ı bu heykel vesilesi ile suçlamaya gün doğmuş oldu yani. İşin o boyutunu ben siyasî iktidara bırakıyorum. Umarım bu rezilliğe gereken tepkiyi gösterirler. Eğer göstermezlerse sessiz kalan herkes elbette bu durumdan payını alır.
Ama ben “dinimiz ne hallere sokuluyor, Tayyib neredesin” diyenlere birkaç bir şey söylemek istiyorum.
Kızacaklar, kusura bakacaklar olacaktır mutlaka ama bu resmin bizi bu kadar rahatsız etmesinin galiba bir yönü de kendimize ayna tutmuş olması. Hayatımızı bu resimdeki üç heykel gibi üçe bölmüşüz tabiri caizse.
En üstte iş hayatımız var; bir Yahudi gibi dünyaya sahib olma hırsımız hatta şehvetimiz var.Para nereden gelirse gelsin istiyoruz. Faiz, kumar, şans oyunları, rüşvet, hesaba para geçirme, yolsuzluk, el koyma, tapuda sahtecilik… Yok mu bunlar içimizde? Her özel çekilişte, her hafta maçlardan önce piyangocuların, sayısal loto totocuların önünde kuyruk olanlar kim peki? Bizler değil miyiz? Hatta Yahudi kadar bile işçinin hakkına, emeğine saygı duymuyoruz. Menfaatimize uygun gelen neyse orada emrolunduğumuz adaleti yırtıp atıyor, kul hakkının en içine giriyoruz. Devleti hortumlayanlar, bankaları batıranlar, göz göre göre rüşvet isteyenler bizim dinimiz İslam ile ne kadar bağdaşıyor peki!
Hayatımızın ikinci katına da sosyal hayatımızı, eğlence yaşantımızı koymuşuz. Bir Hıristiyan gibi hayatımızın sadece bir gününe, bir saatine de dini yerleştirmişiz geri kalan kısmını lâdini yani dinsiz yaşıyoruz: yılbaşı gecelerinin çılgınlıkları, sınırsız içkili eğlenceler, beş yıldızlı otellerde köpük partileri, zina, aldatma, sanal zevkler, cinsel sapkınlıklar…
Dindar olmaya çalışanımız bile uymuş bu tezgâha: Kimi lüks araba sevdasında, kimi sekreterini ikinci eş olarak görmeye çalışmakta, kimi daracık ve rengârenk elbiseler ile tesettüre girdiğini sanmakta… Sahi, tüm bunları yaptıktan sonra kendimizi nasıl hâlâ Müslüman olarak görebiliyor/sun/uz?
Hayatımızın en son katına attığımız İslam ile değil mi? Garnitür olarak, sofraya salata gibi bir yangın çıkışı koymuşuz hayatımızın en altına… 
Ne zaman ki derde düşeriz, hasta olur ve ya çok istediğimiz bir şey için dua etmemiz gerekir, işte o zaman aklımıza niyeyse birden İslam oluşumuz, bir Allah’ımız olduğu geliverir.
Ya da hani cennete biraz rüşvet olsun babından Cuma’dan Cuma’ya, bayramdan bayrama, Ramazan’dan Ramazan’a da olsa birazcık ibadet yaparak yukarıdaki(!) ile aramızı çok da açmak istemeyiz. 
(Estağfirullah demem icab eder çünkü Allah mekândan münezzehtir ve O’na bir mekân isnad etmek küfre kadar götürebilir Müslümanları. Lakin bu algıya da bir şekilde bir iğneleme gerekiyordu. Yoksa hâşa, Allah her yerde, her zaman ve her mekândadır.)
Böyle bir yaşantımız varken kime kaygısızca ve pişkince laf söyleriz, benim aklım almıyor. Son din Allah tarafından korunuyor, merak etmeyin. Ona bir şey olmaz, yıkılmaz. Doğru demişler, Güneş balçıkla sıvanmaz! 
Bundan daha önemli olanı kişinin kendisini, kendi içinde yaşattığı imanı ve hayatında yaşatmak mecburiyetinde olduğu İslam’ı ve onun kurallarını nasıl koruduğudur.
Allah âşkına, davasız Müslüman olur mu ya! Ama var işte...
Dünyayı kendine "cennet" eylemiş Müslümanlarla dolu çevremiz.
Tamam, bu rezilliğe sessiz kalmamız düşünülemez.
İyi de bizim hayatımız bu heykelden farklı mıdır ki?
Önce “Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olalım!” 
Önce içimizde sakladığımız, en alta attığımız o çekirdeği bir görünmez kalkan gibi dışımıza doğru genişletelim. 
Sonra bize layık olanı bize verir zaten Mevla!

Susmak Üzerine...

Susarız..
Konuşulan konuyu boş, basit ve anlamsız buluyoruzdur, konuşmayı da gereksiz ve anlamsız buluruz.

Susarız..

Konuşulanlar öyle abes ve mantık dışıdır ki sadece hayretle dinler ve sessiz bir tepkiyle belli ederiz duruşumuzu.

Susarız..
Sessiz bir onaydır susuşumuz…Biraz utangaçlık belki ama içten bir katılıştır söylenenlere.

Susarız..
Sessiz bir bekleyiş olur susmak. Ya kendimizin yada karşımızdakinin ortak değerleri yeniden gözden geçirmesine tanınmış bir fırsattır sessizliğimiz. Yada birinin bizi fark etmesi, doğru algılayabilmesi için tanınmış bir süre. Susan için endişe ve olasılık hesapları arasındaki gel git lerle biraz da huzursuz bir bekleyiştir susmak.

Susarız..
Dile getirilmeyen bir öfkedir bazen suskunluğumuz. Öylesine yaralanmışızdır ki yaralamak isteriz, yüreğini acıtmak ve kanatmak. Ve biliriz ki hiçbir söz acıtamaz, yaralayamaz ve kanatamaz kimseyi bir suskunluk kadar. Ve susmak en acımasız, öldürücü silahtır bazen.

Susarız..
Hassas ve kırılgan bir tepkidir. Küçücük bir hatırlatmadır belki. Fark edilmesi ve onarılması incelik ister. Ya yeniden bir kazanıştır yada aleyhte bir delil olarak kalır karşımızdaki için.

Susarız..

Bir ilişkide negatiflerin gözümüze batmaya başladığı, karşımızdakine ait aleyhte deliller dosyasının kabarmaya başladığı ve hatta dosyayı masanızdan kaldırmaya gerek duymaz olduğunuz bir noktadasınızdır. Bir duruş, bir soluklanmadır susmak. Ortak geçmişin değerlendirilmesi ve geleceğin muhasebesidir. Durup yeniden, şimdi bulunduğunuz noktadan bir daha bakmak istersiniz yaşananlara ve eldekilerle geleceğe gitmenin ne kadar mümkün olduğuna. Bir içe kaçış ve söylenemeyenlerin biriktirilmeye başladığı yerdir susmak.

Susarız..

Ayağımız yerden kesilmiş, bulutların üstündeyizdir ve çiçek çiçek bahardır yüreğimiz. Sevdiğimizle yan yana ve can cana yızdır. Öyle bir ruhsal bütünleşmedir ki hiçbir söz tanımlamaya yeterli gelmez hissedilenleri ve susarız. Sadece yüreklerin ve gözlerin konuştuğu yerdir suskunluğumuz.

Susarız..

İletişimin tıkandığı yerdeyizdir , hiçbir iletinin bize yeterli gelmediği ve hiçbir iletimizin doğru algılanmadığı. Yanlışlıklar, yanılgılar ve kim bilir belki de gerçeklerdir bir fırtınaya tutulmuşçasına savrulup duran. Sözler yerini sessizliğe bırakmaya başlar ve siyah, tek nokta konur cümlelerin sonuna. Zamanla cümlelerimizin sonuna konan o tek ve siyah nokta büyüyerek bir kara deliğe dönüşmeye başlar. Güven ve sevginin içten içe çürümeye başladığı yerdir ve gitmek zamanının ertelenmiş halidir susmak.

Susarız..

Kabul edilmiş bir hata yada suçtur susuşumuz ve söylenecek her söz kaybetme riskidir. Korku eşlik eder suskunluğumuza.

Susarız..
Bir gidişi kabullenmektir susmak, yerinde ve zamanında olduğunun ayırdımında olduğumuz bir gidişin.

Susarız..

Hayata karşı bir susuştur bu kez yaşanan. Bizi can evimizden vuran bir kayıp, yaşanan büyük bir acı, ölesiye bir çaresizliktir yaşadığımız. Söylenecek hiçbir sözümüzün adrese teslim olmayacağından emin olduğumuz, bütün sözcüklerin anlamını yitirdiği bir yerdeyizdir. Hayatın bize bir şey katamadığı ve bizim de hayata bir şey katmak için anlamımızı kaybettiğimiz bir yer. Belki de boş gözlerle, algılamadan bir seyirdir hayat o noktada ve belki de amacı ve beklentisi olmayan, bir mesaj kaygısı taşımayan ve hedefi olmayan tek susuştur yaşadığımız.

Susmak;
 eylemsiz ve durağan bir edim gibi görünse de her susku bir şey anlatır yine de ve her suskunun bir nedeni vardır ve her susku içinde pek çok sesi hapseden sessiz bir eylemdir..


                      Esin ARDIÇ

22 Eylül 2010 Çarşamba

TANIMA BENİ

Bir gün gideceğim kıyametime
Bir kuru çiçekle gel mabedime
Dünyada bakmadın bir gün yüzüme
Ahrette görürsen tanıma beni

Ölsün bu yürek sana dayanamam ben
Git dilediğin yere bana bakma sen
Gün gelir beni sevmeyi düşünürsen
Kalbinde görürsen tanıma beni

Kalbinde görürsen tanıma beni
Ahrette görürsen tanıma beni
Kalbinde görürsen tanıma beni
Seni bulmak için yollara düşsem
Kapında görürsen tanıma beni

Rüzgarla bir olup her dem arasam
Günleri, aylara yıllara bağlasam
Zamanı gönlüme zorla mı dolasam
Gölgende görürsen tanıma beni

Ölsün bu yürek sana dayanamam ben
Git dilediğin yere bana bakma sen
Gün gelir beni sevmeyi düşünürsen
Kalbinde görürsen tanıma beni

Kalbinde görürsen tanıma beni
Ahrette görürsen tanıma beni
Kalbinde görürsen tanıma beni
Seni bulmak için yollara düşsem
Kapında görürsen tanıma beni



Yücel ARZEN - Devrim GÜREÇ

13 Eylül 2010 Pazartesi

Felluce'nin iki başlı bebekleri

    Irak'tan hemen hemen her gün bombalama, öldürme haberleri almaya alıştık. 20 ölü, 40 yaralı, 150 ölü...
Ama son gelen haber diğerlerinden daha farklı, hatta daha vahşice...
    Savaşın vurduğu kentlerden biri olan Felluce'de bebekler artık, ''Hilkat garibesi'' olarak doğuyor. Bombaların geride bıraktığı zehirli maddeler yol açıyormuş bu sakat doğumlara.
     İki başlı bebekler, tümörlü bebekler, akla hayale gelmeyecek şekil bozukluğu olan bebekler, sayısız sinir bozukluğu problemiyle doğan bebekler...
    İnsan üzülüyor ister istemez... Ve bir babayiğit arıyor, Bütün bunlara neden olan Amerike'yı karşısına alıp, ''Siz ancak öldürmeyi bilirsiniz, Zehirlemeyi bilirsiniz!'' diye tavır koyacak.
     Yok mudur, Iraklı bu gariban Müslümanların insan gibi doğma ve yaşama hakkını savunacak bir Müslüman?






                                              ^Bir gazate Haberi^

4 Eylül 2010 Cumartesi

Allah'ın (celle celeluh) 99 ismi ve anlamları

Esmâ-ül hüsna, Allahü teâlânın güzel isimleri demektir. Allahü teâlânın Tirmizi’de bildirilen 99 ismi şunlardır:

1- Allah: Her ismin vasfını ihtiva eden öz adı. Kendinden başka ilah bulunmayan tek Allah.
Bu ism-i şerif, Cenâb-ı Hakk’ın has ismidir. Bu itibarla diğer isimlerin ifade ettiği bütün güzel vasıfları ve İlâhî sıfatları içine alır. Diğer isimler ise, yalnız kendi mânalarına delâlet ederler. Bu bakımdan Allah isminin yerini hiçbir isim tutamaz. Bu isim, Allah’tan başkasına mecazen de verilemez. Diğer isimlerinden bazılarının, Allah’tan başkasına isim olarak verilmesi caizdir.

2- Er-Rahmân: Dünyada bütün mahlûkata merhamet eden, şefkat gösteren, ihsan eden.
3- Er-Rahîm: Ahirette, sadece müminlere acıyan, merhamet eden.

4- El-Melik: Mülkün, kâinatın sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan.

5- El-Kuddûs: Her noksanlıktan uzak ve her türlü takdîse lâyık olan.

6- Es-Selâm: Her türlü tehlikelerden selamete çıkaran. Cennetteki bahtiyar kullarına selâm eden.

7- El-Mü’min: Güven veren, emin kılan, koruyan, iman nurunu veren.

8- El-Müheymin: Her şeyi görüp gözeten, her varlığın yaptıklarından haberdar olan.

9- El-Azîz: İzzet sahibi, her şeye galip olan, karşı gelinemeyen.

10- El-Cebbâr: Azamet ve kudret sahibi. Dilediğini yapan ve yaptıran. Hükmüne karşı gelinemeyen.

11- El-Mütekebbir: Büyüklükte eşi, benzeri yok.

12- El-Hâlık: Yaratan, yoktan var eden. Varlıkların geçireceği halleri takdir eden.

13- El-Bâri: Her şeyi kusursuz ve mütenasip yaratan.

14- El-Musavvir: Varlıklara şekil veren ve onları birbirinden farklı özellikte yaratan.

15- El-Gaffâr: Günahları örten ve çok mağfiret eden. Dilediğini günah işlemekten koruyan.

16- El-Kahhâr: Her istediğini yapacak güçte olan, galip ve hâkim.

17- El-Vehhâb: Karşılıksız nimetler veren, çok fazla ihsan eden.

18- Er-Razzâk: Her varlığın rızkını veren ve ihtiyacını karşılayan.

19- El-Fettâh: Her türlü sıkıntıları gideren.

20- El-Alîm: Gizli açık, geçmiş, gelecek, her şeyi, ezeli ve ebedi ilmi ile en mükemmel bilen.

21- El-Kâbıd: Dilediğinin rızkını daraltan, ruhları alan.

22- El-Bâsıt: Dilediğinin rızkını genişleten, ruhları veren.

23- El-Hâfıd: Kâfir ve facirleri alçaltan.

24- Er-Râfi: Şeref verip yükselten.

25- El-Mu’ız: Dilediğini aziz eden.

26- El-Müzil: Dilediğini zillete düşüren, hor ve hakir eden.

27- Es-Semi: Her şeyi en iyi işiten, duaları kabul eden.

28- El-Basîr: Gizli açık, her şeyi en iyi gören.

29- El-Hakem: Mutlak hakim, hakkı bâtıldan ayıran. Hikmet sahibi.

30- El-Adl: Mutlak adil, yerli yerinde yapan.

31- El-Lâtîf: Her şeye vakıf, lütuf ve ihsan sahibi olan.

32- El-Habîr: Her şeyden haberdar. Her şeyin gizli taraflarından haberi olan.

33- El-Halîm: Cezada, acele etmeyen, yumuşak davranan, hilm sahibi.

34- El-Azîm: Büyüklükte benzeri yok. Pek yüce.

35- El-Gafûr: Affı, mağfireti bol.

36- Eş-Şekûr: Az amele, çok sevap veren.

37- El-Aliyy: Yüceler yücesi, çok yüce.

38- El-Kebîr: Büyüklükte benzeri yok, pek büyük.

39- El-Hafîz: Her şeyi koruyucu olan.

40- El-Mukît: Rızıkları yaratan.

41- El-Hasîb: Kulların hesabını en iyi gören.

42- El-Celîl: Celal ve azamet sahibi olan.

43- El-Kerîm: Keremi, lütuf ve ihsânı bol, karşılıksız veren, çok ikram eden.

44- Er-Rakîb: Her varlığı, her işi her an gözeten. Bütün işleri murakabesi altında bulunduran.

45- El-Mucîb: Duaları, istekleri kabul eden.

46- El-Vâsi: Rahmet ve kudret sahibi, ilmi ile her şeyi ihata eden.

47- El-Hakîm:Her işi hikmetli, her şeyi hikmetle yaratan.

48- El-Vedûd: İyiliği seven, iyilik edene ihsan eden. Sevgiye layık olan.

49- El-Mecîd: Nimeti, ihsanı sonsuz, şerefi çok üstün, her türlü övgüye layık bulunan.

50- El-Bâis: Mahşerde ölüleri dirilten, Peygamber gönderen.

51- Eş-Şehîd: Zamansız, mekansız hiçbir yerde olmayarak her zaman her yerde hazır ve nazır olan.

52- El-Hak: Varlığı hiç değişmeden duran. Var olan, hakkı ortaya çıkaran.

53- El-Vekîl: Kulların işlerini bitiren. Kendisine tevekkül edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştıran.

54- El-Kaviyy: Kudreti en üstün ve hiç azalmaz.

55- El-Metîn: Kuvvet ve kudret menbaı, pek güçlü.

56- El-Veliyy: Müslümanların dostu, onları sevip yardım eden.

57- El-Hamîd: Her türlü hamd ve senaya layık olan.

58- El-Muhsî: Yarattığı ve yaratacağı bütün varlıkların sayısını bilen.

59- El-Mübdi: Maddesiz, örneksiz yaratan.

60- El-Muîd: Yarattıklarını yok edip, sonra tekrar diriltecek olan.

61- El-Muhyî: İhya eden, yarattıklarına can veren.

62- El-Mümît: Her canlıya ölümü tattıran.

63- El-Hayy: Ezeli ve ebedi bir hayat ile diri olan.

64- El-Kayyûm: Mahlukları varlıkta durduran, zatı ile kaim olan.

65- El-Vâcid: Kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan.

66- El-Macîd: Kadri ve şânı büyük, keremi, ihsanı bol olan.

67- El-Vâhid: Zat, sıfat ve fiillerinde benzeri ve ortağı olmayan, tek olan.

68- Es-Samed: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herkesin muhtaç olduğu merci.

69- El-Kâdir: Dilediğini dilediği gibi yaratmaya muktedir olan.

70- El-Muktedir: Dilediği gibi tasarruf eden, her şeyi kolayca yaratan kudret sahibi.

71- El-Mukaddim: Dilediğini yükselten, öne geçiren, öne alan.

72- El-Muahhir: Dilediğini alçaltan, sona, geriye bırakan.

73- El-Evvel: Ezeli olan, varlığının başlangıcı olmayan.

74- El-Âhir: Ebedi olan, varlığının sonu olmayan.

75- Ez-Zâhir: Yarattıkları ile varlığı açık, aşikâr olan, kesin delillerle bilinen.

76- El-Bâtın: Aklın tasavvurundan gizli olan.

77- El-Vâlî: Bütün kâinatı idare eden, onların işlerini yoluna koyan.

78- El-Müteâlî: Son derece yüce olan.

79- El-Berr: İyilik ve ihsanı bol olan.

80- Et-Tevvâb: Tevbeleri kabul edip, günahları bağışlayan.

81El-Müntekım: Asilerin, zalimlerin cezasını veren.

82- El-Afüvv: Affı çok olan, günahları mağfiret eden.

83- Er-Raûf: Çok merhametli, pek şefkatli.

84- Mâlik-ül Mülk: Mülkün, her varlığın sahibi.

85- Zül-Celâli vel İkrâm: Celal, azamet, şeref, kemal ve ikram sahibi.

86- El-Muksit: Mazlumların hakkını alan, adaletle hükmeden, her işi birbirine uygun yapan.

87- El-Câmi: İki zıttı bir arada bulunduran. Kıyamette her mahlûkatı bir araya toplayan.

88- El-Ganiyy: İhtiyaçsız, muhtaç olmayan, her şey Ona muhtaç olan.

89-El-Mugnî: Müstağni kılan. İhtiyaç gideren, zengin eden.

90- El-Mâni: Dilemediği şeye mani olan, engelleyen.

91- Ed-Dârr: Elem, zarar verenleri yaratan.

92- En-Nâfi: Fayda veren şeyleri yaratan.

93- En-Nûr: Âlemleri nurlandıran, dilediğine nur veren.

94- El-Hâdî: Hidayet veren.

95- El-Bedî: Misalsiz, örneksiz harikalar yaratan. (Eşi ve benzeri olmayan).

96- El-Bâkî: Varlığının sonu olmayan, ebedi olan.

97- El-Vâris: Her şeyin asıl sahibi olan.

98- Er-Reşîd: İrşada muhtaç olmayan, doğru yolu gösteren.

99- Es-Sabûr: Ceza vermede, acele etmeyen.

     En güzel isimler Allah'ın dır (celle celeluh)